Romana girmeden önce Ahmet Büke'den bahsetmeliyim. Nasıl buldum hatırlamıyorum ama elime Kumrunun Gördüğü geçti. 2011 yılı Sait Faik Hikaye Armağanı'nı alan bu kitabı üç kez okudum. Bazı öyküleri daha çok belki. Kitaba çarpıldım resmen. Sonra Ekmek ve Zeytin, Yüklük, Varamayan ve diğerleri... Ekmek ve Zeytin'in bittiğine çok üzüldüğümü hatırlıyorum şimdi.
Öykücülerin çoğunun geleneği olduğu üzere son yıllarda dümeni romana kırdı Ahmet Büke. 2021'de Deli İbram Divanı, bu yıl da Kırmızı Buğday. Sosyal medyadan aktif şekilde takip ettiğim yazar dinlediğim söyleşilerinde bu durumu "Benim hikâyelerim var. Onları çeşitli formlarda anlatıyorum." mealinde ifadelerle açıklıyor ki son derece makul bence.
Deli İbram Divanı'ndan önce Zülfü Livaneli'nin o dönem yeni çıkmış olan Balıkçının Oğlu romanını okumuştum. İki roman da deniz, deniz kıyısında hayat, denizcilik gibi konuları işliyor. İki roman arasındaki dağlar kadar farkı görünce Ahmet Büke'nin edebiyatına bir kere daha hayranlık duymuştum. Kendisinin söyleşilerinden, sosyal medyadaki paylaşımlarından da gördüm ki romana hazırlık sürecinde denizcilikle ilgili ciddi araştırmalar, okumalar yapmış hatta denizci arkadaşlar edinmişti. Deli İbram Divanı'nı okuduysanız görmüşsünüzdür denizcilik bilmeyen birinin yazabileceği bir eser değildir roman. Denizcilik sözlüğüyle okunsa yeğdir.
Zülfü Livaneli adı geçmişken Tenha Kitap'ta Zülfü Livaneli'nin Son Ada romanıyla ilgili yazdığım yazıyı BURADAN okuyabilirsiniz.
Kırmızı Buğday da öncesi ve yazımı esnasında epey emek harcandığı belli bir roman. Ahmet Büke, iktisat tarihi okuduğunu, harp cerideleri çalıştığını kendisi söyleşilerinde anlatıyor. Romanın iki kapak arasında okuyucuya sunuluşu bütün dünya meşgaleleriyle birlikte beş yıl sürmüş. Ahmet Büke ve de birçok yazar keşke sadece yazmakla hayatını kazanabilse de daha çok kitap okusak kalemlerinden.
Kırmızı Buğday'a gelince birinci bölümü diğer bölümlerin alt yapısını oluşturmak için Gördes-Akhisar yöresindeki ağalık düzeninin nasıl kurulduğunu anlatıyor. Zulüm ki ne zulüm! Diğer bölümlerde ise kahramanımız Arap Ali ve onun komutanı -sırasıyla Teğmen, Üsteğmen ve de -Yüzbaşı Cemil'le birlikte Çanakkale Savaşı'nda ve Kurtuluş Savaşı döneminde işgal altındaki Gördes-Akhisar civarındayız. Ara ara romanın kötü ve de kaypak karakteri Kayalıoğlu Adnan Bey'e gitsek de genel kurgu Arap Ali'nin hikâyesi üzerinde.
Roman; dönemi beyin arazilerinde ırgatlık yapan Arap Ali'nin yanı başından anlatıyor. Arap Ali fakir köylü tabakasının da altında bir fakirlik derecesinde. Gençlerin tabiriyle "ultra" fakir! Beyin topraklarında çalışırken yevmiyeleri bile yarım olan Arapoğulları sülalesinden. (Aşiret desem bizim Ege'de pek kullanılan bir ifade değil.) Erkeklerin yevmiyesi 15 kuruşken kadınlar, çocuklar ve Arapoğulları'nın yevmiyesi 7 kuruş! Böyle bir alt fakir grubundan. Annesinin hastalığı dışında pek parayla da işi olmuyor aslında. Okuyanlar ya final diyor. Orada iş başka. (Spoiler vermeyelim.)
Kitapta sadece kahramanlar anlatılmıyor. İşgal öncesi İngilizlerle iş tutanlar, işgal dönemi Yunanlılara gönüllü taraf olanlar, camiye Yunan bayrağı asanlar da anlatılıyor. Kurtuluş Savaşı romanlarını okuyanlar ya da o dönemi yakından bilenler farkındadır. "Necip milletimiz topyekûn Yunan işgaline yiğitçe direnmiş ve hepsi de Kurtuluş Savaşı'nı canıyla-kanıyla desteklemiştir." şeklindeki hamasi bir söylemin aslı astarı yoktur. Bugün de bir prototipini yaşadığımız üzere halkın bir kısmı güç kimdeyse onun yanında durmayı bilmiştir.
Romanın konuşulması gereken diğer bölümü de kahramanları. Arap Ali'den Yüzbaşı Cemil'e, Hacı Bey'den Gani Dayı'ya oldukça zengin ve renkli bir şahıs kadrosu var Kırmızı Buğday'ın. Bir de Maya tabii ama ona ayrı bir paragraf açmalı çünkü orada işler başka! Hacı Bey'in ayrı bir özelliği var: Gördes'teki Kuvayı Milliye liderlerinden Hacı Bey Ahmet Büke'nin de büyük amcası. Arap Ali'nin ne zaman başı sıkışsa çıkıp gelen Gani Dayı romanın önemli ve ilginç karakterlerinden biri. Bir yerde Kırklar'a karışacak, Hızır'la buluşacak belki de Hızır'ın kendisi çıkacak diye beklemedim değil.
Maya demişken romanın çetin meselelerinden pek sıra gelmese de bir aşk romana yakışırdı. O da Maya'yla yerini buldu. Arap Ali'yle Maya'nın bu işin bir adını koymaları epey sürdü. Kondu da demek biraz zor ama son tahlilde ortada bu destan kişisi gibi kahramanlara destan tadında bir aşk yaraşırdı zaten.
Kırmızı Buğday'ın ucu açık bırakılmış bir roman. Oyunbozanlık edip finali söyleyecek değilim elbette ama okuyucunun istediği bir final olmuş mudur orası soru işareti! Bazı kahramanların akıbetinin meçhullüğü, roman boyu sevgi beslenerek okunan bazı karakterlerin son anda yaptıklarıyla biraz tartışılır. Böylesi gerçeklere, hayatın akışına daha uygundur belki ama insan şiirsel bir final de istemiyor değil!
Kırmızı Buğday, severek okuduğum bir roman. Okumayanlara hem Kırmızı Buğday'ı hem de Ahmet Büke'nin diğer kitaplarını hararetle tavsiye ediyorum. Değerli yazarın kaleminden nice güzel eserler okumak dileğiyle...
Bir başka Kurtuluş Savaşı romanı arıyorsanız size Halide Edip Adıvar'ın Ateşten Gömlek romanını tavsiye ederim. Ateşten Gömlek'le ilgili yazdığım yazıyı BURADAN okuyabilirsiniz.
0 Comments:
Yorum Gönder