Kırmızı Buğday - Ahmet Büke

Ahmet Büke'nin son romanı Kırmızı Buğday romanı hakkında inceleme yazısı
Kırmızı Buğday, her zaman mutlulukla okuduğum Ahmet Büke'nin -Temmuz 2025 itibariyle- son kitabı ve ikinci romanı.

Romana girmeden önce Ahmet Büke'den bahsetmeliyim. Nasıl buldum hatırlamıyorum ama elime Kumrunun Gördüğü geçti. 2011 yılı Sait Faik Hikaye Armağanı'nı alan bu kitabı üç kez okudum. Bazı öyküleri daha çok belki. Kitaba çarpıldım resmen. Sonra Ekmek ve Zeytin, Yüklük, Varamayan ve diğerleri... Ekmek ve Zeytin'in bittiğine çok üzüldüğümü hatırlıyorum şimdi. 

Öykücülerin çoğunun geleneği olduğu üzere son yıllarda dümeni romana kırdı Ahmet Büke. 2021'de Deli İbram Divanı, bu yıl da Kırmızı Buğday. Sosyal medyadan aktif şekilde takip ettiğim yazar dinlediğim söyleşilerinde bu durumu "Benim hikâyelerim var. Onları çeşitli formlarda anlatıyorum." mealinde ifadelerle açıklıyor ki son derece makul bence. 

Deli İbram Divanı'ndan önce Zülfü Livaneli'nin o dönem yeni çıkmış olan Balıkçının Oğlu romanını okumuştum. İki roman da deniz, deniz kıyısında hayat, denizcilik gibi konuları işliyor. İki roman arasındaki dağlar kadar farkı görünce Ahmet Büke'nin edebiyatına bir kere daha hayranlık duymuştum. Kendisinin söyleşilerinden, sosyal medyadaki paylaşımlarından da gördüm ki romana hazırlık sürecinde denizcilikle ilgili ciddi araştırmalar, okumalar yapmış hatta denizci arkadaşlar edinmişti. Deli İbram Divanı'nı okuduysanız görmüşsünüzdür denizcilik bilmeyen birinin yazabileceği bir eser değildir roman. Denizcilik sözlüğüyle okunsa yeğdir. 

Yağmur Beklerken - Tarık Buğra

Tarık Buğra Yağmur Beklerken Özet
Sevdiğim yazarlardan Tarık Buğra'nın Yağmur Beklerken’inden bahsedeceğim size. Roman 1930'lar Türkiye’sinde geçiyor. Serbest Fırka'nın kuruluşu sonrası Tarık Buğra'nın da memleketi Akşehir'in bir kasabasında yaşanan olayları konu alıyor.

1981'de yayımlanan romanın başkahramanı Rahmi babasını kaybetmiş, amcası Rıza Efendi tarafından yetiştirilerek kasabanın önde gelen kişileri arasına girmiş genç bir avukat. Bir yandan avukatlık yaparken bir yandan da çiftçilik-hayvancılık gibi kasaba hayatından da kopmamış Rahmi.

Sarsıntı – Thomas Bernard

Sarsıntı - Thomas Bernard
Thomas Bernard, 1931-1989 yılları arasında yaşamış Avusturyalı yazardır. İkinci Dünya Savaşı sonrası Alman edebiyatının önemli yazarlarından biri. 1970’de Almancanın en önemli edebiyat ödülü olan Georg Büchner Ödülü’nü almış. Ülkesi Avusturya’ya karşı yazdığı öfkeli metinleriyle bilinen biri. Ayrıca taşranın dar düşünce dünyası, yalnızlık gibi konularda da çokça yazmış.

Benim Adım Kırmızı - Orhan Pamuk

Orhan Pamuk okumak pek kolay bir iş değildir. Kitabı niçin yarım bıraktığını anlatırken bu mazereti birçok kimseden bu cümleyi duydum. Haksız da değiller. Pek kolay değildir Orhan Pamuk okumak.  Ancak yazarın kendisinin “en renkli ve en iyimser romanım” dediği Benim Adım Kırmızı bu genellemenin dışında tutacağım bir kitap. Heyecanla okuyabileceğiniz, sürükleyici bir tarihi roman kitabımız. Osmanlı Devleti'ndeki nakkaşların üzerine kurulmuş bir aşk ve cinayet romanı da diyebiliriz.

Aşk ve Gurur - Jane Austen

Aşk ve Gurur İngiliz yazar Jane Austen’in en çok okunan kitabı. 1775- 1817 yılları arasında yaşayan yazar, yaşadığı 42 yıla 5,5 kitap sığdırmış. Dünya edebiyatı klasiklerinden olan Aşk ve Gurur 1813'te yayınlanmış. 200 yaşını aşmış ve hala okunan bir kitaptan bahsediyoruz. Pek çok kez dizi ve film yapılmış. Romanı ayrıca İş Bankası Yayınlarında Gurur ve Önyargı adıyla gördüm. Orijinal adı Pride and Prejudice olunca bire bir Türkçesi de Gurur ve Önyargı oluyor.

Baba ve Piç - Elif Şafak

Kitapla ilgili söyleyeceğim ilk şey kurgusu olmalı. İnce ince planlanmış bir akışı var romanın. İki ailenin birbirine değen simetrik hikâyesi işleniyor kitapta. Karakterlerin neredeyse tamamının ayrı bir derinliği var. Belki de bu yüzden yazarın romana girmesi, kahramanları tanıtıp asıl olaya geçmesi, bohçasındakileri bir bir serip hikâyesini anlatması biraz sürüyor.

Kitaptaki temel karakter Asya. Romana adını veren karakter oluyor kendisi! Babasız şahıs yani. Babasının kim olduğu sorusu kitap boyunca ekiliyor zihnimize. Kahramanlar tanıtılırken babanın kimliğine dair tahminim doğru çıktı! “Vallahi ben biliyordum!” deriz ya, her şey ortaya çıkınca tam öyle bir durum oldu.

Mahcubiyet ve Haysiyet - Dag Solstad

Bjørn Hansen Üçlemesi'nin ardından okuduğum dördüncü Dag Solstad romanı oldu Mahcubiyet ve Haysiyet. Yazarın en iyi romanı olduğunu kitabın çevirmeni Banu G. Syvertsen tavsiye etmişti. Ben de en iyi bilenin tavsiyesine uyarak romanı okudum.

Hacimce kolay bir roman Mahcubiyet ve Haysiyet. İçerik olarak aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Kahramanımız -aynı zamanda meslektaşım- Elias Rukla'nın derin karakter tahlili uzun uzun anlatılmış. Okul bahçesinde şemsiyesini parçalaması ve öğrencilere küfretmesiyle sonuçlanan bir olay sonrası Elias'ın geçmişine doğru uzanan, hayatını sorgulayan bir yolculuğa çıkarıyor yazar bizi. Adalet Ağaoğlu'nun Ölmeye Yatmak romanını hatırlattı bu uzun geriye dönüş.Buraları okumak da aksiyonsever okuru biraz yorabilir!

Daha önce burada tanıtımını yaptığım Bjorn Hansen Üçlemesi'nde de gördüğüm bazı benzerlikler dikkatimi çekti. İlki Henrik İbsen'in tiyatrosu Yaban Ördeği'ne göndermeler. Sonunda bu tiyatroyu ya okuyacağım ya seyredeceğim! Gözüme çarpan diğer benzerlikse kahramanın kitap okumaya düşkünlüğü. Romanda geçen kitap isimleri diye uzun bir liste yaptım yine. Bu okuma sevdalısı karakterlere bakıp Dag Solstad kendini mi anlatıyor diye aklıma gelmedi değil. Bir diğer benzerlik de durağan bir hayat süren kahramanın beklenmeyen, ani bir tepki verişi. Dag Solstad romanlarında en sevdiğim bölümler buralar oldu genelde. Bardağı taşıran bir son damla var. Birikiyor, birikiyor, birikiyor... Sonra da hiç beklenmeyen bir zamanda vurup kapıyı çıkıyor gibi.

Dag Solstad, Norveç edebiyatının önemli yazarlarından biri. 30'a yakın kitabı farklı dillere çevrilmiş. Adından söz ettiren ödüller almış. Diğer okuduğum üç kitabıyla birlikte insan psikolojisine eğilen, ruh tahlilini seven bir yazar olarak gördüm. Ayrıntıcı bir üslubu var. Durgunluğu uzun uzun anlattığı bölümlerde Norveç'te hayat böyle mi acaba dedim hep. Bizim coğrafyada yaşasaydı ne yapardı acaba? Nasıl yazardı?

Mahcubiyet ve Haysiyet yukarıda anlattığım durumları sevenler için hoş kitap. İlgilisine tavsiye ederim.

Dünya Ağrısı - Ayfer Tunç

Dünyanın bitmeyen ağrıları yüzünden ara verdiğim kitap yorumlarına Dünya Ağrısı'yla yeniden başlıyorum. Severek okuduğum bir Ayfer Tunç romanıyla bitirmiş oldum fetret devrini.

Haritanın kıyısındaki şehrimizde yaptığı söyleşisinde okuyucuların "en zor kitabı" olarak değerlendirdiklerini anlatmıştı yazar. Kahramanların ruh dünyasına eğilmesi, taşrada küçük bir otelde geçmesi gibi sebeplerden romanda hız bekleyen okuru hayal kırıklığına uğratır ama psikolojik tasvirlerce esir alınmış felsefik düşüncelerle kuşatılmış bir roman da değil!

Kitapta, geçmişinden kaçan maden mühendisi Uzay ile küçük bir otel işleten Mürşit’in yolları, Mürşit'in babadan kalma otelinde kesişiyor. Bu iki "tutunamayan" dertli adam, içlerindeki dünya ağrısıyla boğuşuyorlar. İki kahraman zihnimde Ayfer Tunç'un okuduğum diğer romanlarından kalma kahramanların, Aziz Bey'in, Osman'ın yanında yerlerini alıyorlar. Kaybedenler kulübü üyeleri hepsi... Yüzleri bir türlü gülmeyen erkekler...

Romanın hemen her sayfasında karakterlerin psikolojisi üzerinden arşivlik bir söz, tahlil, betimleme bulabilirsiniz. Pek kitap satırı çizmeyen benden rastgele birkaç alıntı: "...Bir el kafatasının içini erimiş kurşunla dolduruyordu, başı dayanılmayacak kadar sıcak ve ağırdı, beynini dünyanın çekirdeğindeki cehenneme çekiyordu. Tanrı' nın eli dedi, günahımın cezasını erimiş kurşundan bir cehennem halinde başımın içine dolduruyor..."

"...Aşık değilsen kendine sorarsın. Seviyor muyum? Cevaplarsın. Seviyorum. Oysa olabilir demektir bu, seviyor olabilirim, seviyorum galiba, seviyorum evet, seviyorum..."

"...Madenci, karısının, onu sonunda bu kasvetli şehre sürükleyen bunalımı kişiliğindeki tutarsızlıklara bağlamakta ısrarlı olduğunu söyledi. Haklıymış aslında, iflah olmaz bir tutarsız olduğunu kendi de biliyormuş. Bu konuda öyle çok tartışmışlar ki, sonunda 'Ben kararsız atom çekirdeğiyim,' demiş acı bir alayla. 'Doğam böyle. Tehlikeliyim. Benden kurtul'..."

Kitapta şehir de adeta bir karakter gibi. Sivas olduğunu romanda sık geçen Delidağ üzerinden bulduğum bu soğuk şehir, romanın atmosferini kurmada ustaca kullanılmış. Şehrin eski meydanı, o meydandaki üç çınar ağacı, Mürşit'in babadan kalma eski oteli, Delidağ ve maden romanda sık geçen mekan unsurları. Ayfer Tunç da söyleşisinde, yazarken en çok iki unsurla uğraştığını anlatmıştı. İlki kahramanlar, ikincisi atmosfer.

Geçmişin büyük siyasi kırılmalarına da göndermeler var kitapta. Mürşit'in zihninden atamadığı, travmalardan biri, böyle bir linç sahnesine ait. Alevi-Sünni kavramlarını kullanmadan o sahneleri anlatmış Ayfer Tunç. Yine Ermeni olduğunu öğrendiği bir esnafın ölümü üzerine yaşanan bazı tartışmalara da yer veriyor.

Yusuf Atılgan'ın Anayurt Oteli'ne, Fernando Pessoa'nın İnsan Bir Uçurumdur'una nahif göndermeler var romanda. Edebi zevk biraz da isimsiz göndermeleri keşfetmeyle artıyor.

Murat Gülsoy'la yaptıkları Diyaloglar'ın birçok bölümünü severek izlediğim Ayfer Tunç, edebiyatımızın yaşayan en iyi yazarlarından biri. Dünya Ağrısı da onun önemli bir kitabı. Ben beğenerek okudum, herkese tavsiye ederim.